19 Mayıs 2015 Salı



SÜRREALİZM



    Yanan Zürafa ,1937
Kunstmuseum/Basel Salvador Dali





Sürrealizm (Gerçeküstücülük), 1924 yıllarında Fransız şair Andre Breton tarafından ilkeleri ortaya konulan bir sanat akımıdır.
Sürrealizmin sözlük anlamı,’gerçeküstü’ , ’gerçek dışı’dır.
Gerçeküstücülük, bilinçaltımızdaki gizli psikolojik dünyayı serbest çağrışımla anlatmak gayesindedir.
Sürrealizm; realizme karşıt bir edebiyat akımıdır.

Sürrealizmin bilgi ve esin kaynağı olan Freud'a göre, insanoğlunun dış dünyasından edindiği alışkanlıklar, istekler bilinçaltında toplanır.
Bu istekler düş (rüya, yarı rüya) durumunda çözülerek ortaya çıkar.
Sürrealistler. Freud'un bu görüşünü edebiyata uygulamışlar ve bir anlamda bilinçaltının, bilinç alanına olan egemenliğini savunmuşlardır.

André Breton, sürrealizmle ilgili düşüncelerini şu sözlerle açıklar: "Sürrealizm, bugüne kadar ihmal edilmiş olan bazı çağrışım biçimlerinin yüksek gerçekliği, rüyanın büyük kudreti, düşüncenin karşılıksız oyunu hakkındaki inanışa dayanıyor.
Sürrealizm, diğer bütün ruhsal mekanizmaları tamamen ortadan kaldırmayı ve hayatın başlıca sorunlarının çözümünde onların yerini almayı amaç edinir.
Sürrealizm, 20. yüzyılın en önemli düşünce hareketlerinden biri sayılır.
Günümüzün hemen bütün sanat kollarında bu akımın etkisi görülür.






Belleğin Azmi  1931 
Çağdaş Sanat Müzesi New York Salvador Dali




Sürrealizm, Dadaizm’in akla, mantığa ve yerleşik kurallara isyan görüşünden hareket eden; bilinçaltının karmaşık dünyasını sanata aktarmayı amaçlayan bir akımdır.
Sürrealist sanatçılar, bilinçaltı düşüncelerinin sanata aktarılmasında psikolojide çığırlar açan Freud’un ‘psikanaliz kuramı’ndan geniş ölçüde etkilenmiş ve yararlanmışlardır.

Psikolog Freud’a göre, insanın bilinçaltında gizlenmiş kuşkuları, eğilimleri, arzuları…rüyalarda bütün çıplaklığı ile kendini gösterir; sürrealistler bunu ‘düşüncenin gerçek faaliyeti’ olarak görürler.
Onlara göre gerçek sanat eserleri bu faaliyetin yazılmasıyla ortaya çıkabilir. Bilinçaltı, sanatın gerçek kaynağıdır.
Aklın ve mantığın kontrolünde yazılan eserler sahtedir.


Dadaizm’in devamı olarak kurulan sürrealizm, XX. Yüzyılın en önemli fikir hareketlerinden biri sayılır.
Günümüzde müzik hariç, bütün sanat kollarında bu akımın etkileri görülür.
Çeşitli kavram, değer yargılarını değiştiren, bilimsel gelişmelerin şaşırtıcı bir hızla ilerlediği yirminci yüzyıl, edebiyat akımlarında da türlü değişmelerin doğmasına yol açmıştır.





Yeni İnsanın Doğuşunu İzleyen Jeopolitik Çocuk 
1943 Salvador Dali





Sürrealizm; moda halinde ortaya çıkıp bir iki yıl içinde unutulup giden akımlardan değildir.
Zamanımıza kadar süregelen bu akım, bilimsel temellere dayanmak kaygısındadır.
Gerçeküstücülük gittikçe kuvvetini artırmış, etki alanını genişletmiş kübizm, dadaizm akımlarını benimseyenleri de kendi alanına çekmiştir.
Sürrealist sıfatını ilk kullanan Apollinaire olmuştur.


Sürrealistler ‘düşüncenin gerçek faaliyeti’ni yakalamak için ipnotizma seansları düzenlemişler, bu seanslarda ortaya çıkan düşünceleri dergilerde yayımlamışlardır.
Rüya hikâyeleri, ‘ruhsal otomizm’e dayalı yazılar sürrealistlerin üzerinde durdukları diğer konulardır.


Gerçeküstücülük, yöntemli bir araştırma deneyi ön planda tutuyor, insanın kendi kendisini irdeleyip çözümlemesinde sanatın yol gösterici bir araç olduğunu vurguluyordu.
Sürrealist şiire göre, muhakeme, irade; zevk gibi bilinçli çabalar sürrealist bir eserin doğuşuna engeldirler.
Onlar gerçek sanat eserinin, bilinç dışı, bir anda, otomatik biçimde doğabileceğine inanırlar.





Haşlanmış Fafülyeli Yumuşak Kapı 1936 
Philadelphia Modern Sanatlar Müzesi




Kimine göre modern dünyanın tanıdığı en büyük sanatçılardan biri, kimine göre sadece sıra dışı bıyıkları olan bir deli.
Kendisinin şöyle tanımlamaktan geri durmayan çılgın: “Dünyada iki büyük ressam vardır, biri Pablo, diğeri de benim, ancak ben daha büyüğüm.”

Salvador DALİ



Salvador Domingo Felipe Jacinto Dali y Domenech,kısaca Salvador Dali (11 Mayıs 1904 -23 Ocak 1989),Katalan sürrealist ressamdır.Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imgelerle ünlenmiştir.
En iyi bilinen eseri Belleğin Azmi’dir.
Salvador Dali ressamlığın yanı sıra heykelcilik,fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş,Amerikalı Walt Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film,2003’te ”en iyi kısa animasyon filmi” dalında Oscar adayı olmuştur.
Salvador Dali hayatı boyunca,sanatıyla olduğu kadar eksantrik giyimi,davranışları ve sözleriyle de dikkat çekmiş,bu durum kimi zaman,onun sanatını takdir edenleri de etmeyenler kadar usandırmıştır.
Bu davranışların getirdiği kötü şöhret, Dali’nin geniş kesimlerce tanınmasını sağlamış ve eserlerine duyulan ilgiyi arttırmıştır.



”Düşmanlarımın,arkadaşlarımın ve halkın resimlerime aktardığım imgelerin anlamını çözemediklerini söylemeleri bence son derece anlaşılır bir durum.
Onları yapan kişi olarak ben bile anlayamazken,başkaları nasıl olur da bu imgeleri anlamayı umabilir.”

Salvador DALİ 

18 Mayıs 2015 Pazartesi



KİNETİC ART





jean tinguely 


jean tinguely
1970 META HARMONİE 4-FATAMORGANA




Kişiden kişiye değişen bir yorum ve algılama kabiliyetine dayanan rengarenk plastik formlar, kareler, yuvarlaklar, ilgi çekici düzenlemelerle yüzeyleri dolduran bir sanat. 

Kinetik sanat, Victor Vasarely tarafından 1955 yıllarında Paris’te tanıtılmışken, günümüzde bu sanatın merkezi New York gösterilmektedir.
Victor Vesarely, dünyada kinetik sanatın babası olarak tanınır.
Macar asıllı olan bu sanatçı, grafik sanatlarına ve geometrik resim çalışmalarına 1930 yıllarında başladı.
1955 yılında kinetik sanat manifestosunu yayınladı. 

Figüre yer verilmeyen resim çalışmalarından 1950 neslinden sonraki sanatçıların etkilendiği bilinmektedir.
Günümüzde şişeden-koltuğa, otomobil lastiğinden kurşun kaleme kadar her üretilen şey üzerinde estetik değerler denenmektedir.
Kinetik sanatta illizyon (göz aldatma) ilkeleri ön planda gelir. 




jean tinguely  




jean tinguely  





Bauhaus, Rus Konstrüktivistleri, De Stilj hareketi ve daha yakın dönemlerden Alexandre Calder bu akımın kaynağını oluşturmaktadır.
Kinetik sanat ilk kez konstrüktivistlerce ortaya atılmış ve bu sanat düşüncesini Pevsner ve Gabo kardeşler manifestolarında şöyle savunuyorlardı.
“Sanatın Mısır’ dan gelme bin yıllık yanılgısından, sadece statik ritimlerden oluşabileceği yanılgısından kendimizi kurtarmalıyız.
Çağımızın duyarlılığının ana biçimi olarak, sanatın en önemli unsurlarının kinetik ritimler olduğunu bildiriyoruz.”
İlk kinetik heykel bu anlayışla 1920’ de N. Gabo tarafından yapılan “kinetik heykel: Yükselen ve Duran Dalga” dır



1930 öncesi kinetik sanat özellikleri sayıca çok azdır.
“GELECEKÇİLİK” akımı sanatçıları dinamik harekete dayalı bazı yapıtlar üretmiş, BALLA ve Fortunata Depero (1892-1960) dönen, dağılan, dönüşen, yok olan ve yeniden görünen üç boyutlu nesnelerden söz etmekle birlikte bunları daha çok “mekanik tiyatro”da kullanmışlardır.
ARCHIPENKO’nun ahşap, cam, tel, ve metal kullanarak gerçekleştirdiği heykelleriyle LAURENS’in “parçalanabilen”yapıtlarında bazı hareketli parçalar bulunmakla birlikte, bunların hiçbirinde hareket bir estetik öğe olarak kullanılmamıştır.
Bu anlamda en erken kinetik sanat örneği, DUCHAMP’ın Bisiklet Tekerleği (1913) yapıtıdır.
DELAUNAY’ın Diskler (1912-1913) dizisi GABO’nun Kinetik Konstrüksiyon No-1’i (1920), TATLİN’in III.
Entegrasyonal Anıtı Projesi (1919)’de hacim yaratan kinetik örneklerdir.
1920’lerde MOHOLY – NAGY ‘nin elektrikli makine aracılığıyla ışık etkileri yarattığı yapıtları ve RODÇENKO’nun konstrüksiyonları, 1940 öncesi kinetik sanatın önemli örnekleridir.
Hareketi estetik ve anlatımsal öğe olarak kullanma eğilimi ancak 1940’larda ivme kazanmıştır.
Dadacılık ve Gerçeküstücülük ile Yapımcılık’ tan kaynaklanan sanatçılar “kinetik” kavramını işlemeye başlamıştır.
İtalyan sanatçı MUNARI 1930’larda “kullanışsız makineleri tasarlamış, 1940’larda da kinetik nesneler gerçekleştirmiştir.
1950’erde Fransız sanatçı Pol Bury (d-1922) istendiği zaman döndürülebilen” hareketli düzlemleri ile (Plans Mobiles) hareketi anlatım aracı olarak kullanılmıştır




Naum Gabo  Circular Relief  1925




Square Gears Kinetic Art Sculpture non-cicular



Kinetik sanat 1960’larda gerek ABD’de gerek Avrupa’da yaygın anlatım türlerinden biri haline gelmiştir.
İngiltere’de MARY MARTIN (1907-1969) ALTINORAN gibi matematik kuralarıyla biçimlendirdiği yapıtlarında hareketi doğal ışık aracılığıyla elde ederken, kocası MARTIN hareketli nesnelerden yararlanmıştı.
Fransız sanatçı MORELLET ile Arjantin’li LE PARC da yapıtlarında özellikle bilimsel ilkelerden hareket etmişlerdir.
Öte yandan TİNGUELY ve TAKIS gibi deneysel sanatçılarda hareketli yapıtlarıyla ünlenen kişilerdir.
Bu dönemde Avrupa’nın bir çok önemli sanat merkezinde kinetik sanatın irdelendiği grup sergileri açılmıştır.
Bu yapıtların çoğunda çok çeşitli malzeme ve tekniklerden yararlanıldığı, hatta bilgisayarın bile kullanıldığı görülür.
Kimi örneklerde hareket yavaş, kimilerindeyse gözün izleyemeyeceği kadar hızlıdır.
Düzenli olan kadar, rastlantısal olanda vardır.
1970’lerin yeni estetik arayışları içinde hareketin yene anlamlar kazanması yumuşak, zarif, ritmik, tekdüze, düzensiz vb. gibi sıfatlar yüklenmesi kinetik sanat örneklerinin çeşitliliğinin artmasına katkıda bulunmuştur.
Kişilerin katılması ile değişik mekanlarda yapılan ışıklı denemeler sanal gösterileri sayılabilmektedir.
Laser ışınlarıyla uzayda yapılan ışık düzenlemeleriyle 20 yy’ ın son aşamasında sanata verilen değişik anlam belgelenmek istenmektedir.


1974’de Frank J.Malina hazırladığı Kinetik Art : Theory And Practice (Kinetik Sanat : kuram ve uygulama) adlı kitapta, Kinetik Sanat’ın kapsamını parçaları mekanik yöntemle hareketli kılan üç boyutlu nesne ve kuruluşlar olarak tanımlamış, ayrıca film aygıtlarından yararlanılarak yaratılan resimleri de bu kavram içine dahil etmiştir.
Bugünkü kinetik kapsamında değerlendirilen türlerse şöyle sıralanabilir.


1. Optik Yanılsama ve Görsel İkiliklerin Olanaklarından Yararlanılarak İzleyicide Optik Oynama ve Hareket Yaratan Resimler: Bu tür yapıtlar çoğunlukla OP SANAT tanımı içinde değerlendirilir.
Statik durur gibi görülen bazı eserlerde hareket algısı verebilir.
Fransız resim sanatçısı Victor Vasarely’nin bazı iki boyutlu yapıtları, küçük hücremsi yüzey düzenlemeleriyle hareket ediyormuş gibi gösterilmiştir.
Kişiden kişiye değişen bir yorum ve algılama kabiliyetine dayanan rengarenk plastik formlar, kareler, yuvarlaklar, ilgi çekici düzenlemelerle yüzeyleri dolduran bir sanat olan kinetik sanat 1955’de Paris’te Victor Vasarely tarafından tanıtılmışken günümüzde bu sanatın merkezi Newyork’ta gösterilmiştir.
Vasarely, dünyada Kinetik Sanatın babası olarak tanınır. 


2. İzleyicinin Mekan İçinde Yerini Değiştirmesiyle Biçim Değiştiren İşler: Bunun ilk örneği ELLİSSİTSKİ’nin 1928’de Hannoverde tasarladığı “Soyut Galeride” ki uygulamasıdır.
1950’den sonraysa Venezüella’da ressam SOTO, İsrailli sanatçı AGAM ve Fransız Görsel Sanatlar Araştırma Grubu (GRAV) benzer türde çalışmalar yapmıştır.


3. Neon Işıklı İlanlarda olduğu gibi, bir işin kademeli olarak aydınlatılmasıyla elde edilen ışık akışından yararlanarak yaratılmış hareket yanılsamasının bulunduğu Yapıtlar: “Işık Sanatı” bu yöntemden yararlanmıştır.
Nicolas Schoefe; kinetizmin temel malzemesi olan mekan, ışık, zaman, dinanizm ilkelerini ortaya koyan Nicolas akımın kuramcısı olarak kabul edilir.
Heykellerinde devinim ve ışık yansıması sorunlarını irdelemiştir.


4. Calder’in Mobilleri gibi hareket sağlayan bir aygıt olmaksızın kendiliğinden hareket kazandırılan üç boyutlu nesneler


5. Bir aygıt aracılığıyla hareket 



Bu akımın başlıca sanatçıları

Alexander Calder (1898-1976)
Naum GABO (1890-1977)
Nicolas SCHOEFER
Jean TİNGUELY
Pol BURY
Nagy MOHOLY



MİNİMAL ART 


Alex Konahin




1910'lu yıllarda, Kazimir Maleviç beyaz zemin üstüne "Siyah Kare"sini koyarak yaptığı resimle Minimalizm'in ilk sinyalini vermişti.
Maleviç kareyi doğada bulunmayan geometrik form olarak tanımlıyordu.
Biçimleri en basit geometrilerine, renk kullanımını temel renklere, hatta nötrleştirerek siyah-beyaza indirgeyerek mükemmellik araması adeta tanrısal bir davranış gibiydi.
Bu saf geometrik yaklaşım pozitif düşünceden metafiziğe kayan bir zemin oluşturuyordu.
Maleviç beyaz üstüne beyaz çalışmalarından sonra resim yapmadı, adeta "nirvana"ya ulaşmıştı. 





Kazimir Maleviç siyah kare 1915





Maleviç'in başladığı bu çizgi, 1960'lı yıllarda, ABD'nde çoğu heykelci olan bir grup sanatçı ve düşünce adamı tarafından kavramlaştırıldı.
Tony Smith, Donald Judd, Carl Andre gibi heykel sanatçıları, Ellsworth Kelly, Frank Stella gibi ressamlar ürünleri ve anlatımlarıyla "Minimalist Sanat"ı tanımladılar.
Rengi ve biçimi en aza ve temel öğelere indirgemek, hatta kullanılan malzemenin yalnızca kendi renginden yararlanmak, yapıtları kompozisyonlara yüklenen ifadelerden arındırmak Minimalistler'in temel tutumu oldu.
Daha çok, kendi renklerine müdahale gerektirmeyen ahşap, demir, çelik, alüminyum gibi malzemeler kullandılar.
Çoğu sanatçı yapıtlarını bir kimlikten de arındırmak için "isimsiz" olarak tanımladı.
Minimalist sanat daha çok heykel sanatıyla belirlendi denebilir.


Yanılsamaya yer vermeyen, hatta bunu ahlaksızlık sayan, hiçbir şeye olduğundan başka ifade taşıtmayan bu yaklaşımın temsilcilerinin düşünceleri şöyle özetlenebilir: "Ne ise o". Yüklenmiş, eklenmiş anlatımlara yer yoktu.
Mimarlık ve tasarımda Minimalist yaklaşım, Bauhaus ekolü ile köklü bir başlangıç yapan İşlevselcilik'in paralel kavramı oldu. De Stijl hareketi sanat-tasarım kavramlarını bütünleştiren önemli bir adım olurken, Piet Mondrian, Teo van Doesburg ve Gerrit Rietveld resim, tasarım ve mimarlıkta temel öğelere inen, saf renkleri kullanan, biçimleri basit geometrilerine indirgeyen ve bunların biraraya gelmesiyle sadelikte bütünlük ve mükemmellik arıyan yaklaşımın öncüleri oldular.
Mondrian'ın resimleri, Rietveld'in koltuğu bir manifesto gibiydi.





Alex Konahin






Van Doesburg, yaşam ve sanatın ayrı şeyler olmadığını, bu yüzden gerçek yaşamdan ayrı, yanılsama biçiminde sanat düşüncesinin yok olması gerektiğini söylüyordu.
Endüstri Devrimi sonrası sosyo-ekonomik yapının aradığı pragmatizmle bu düşünceler örtüşüyordu.
Minimalizm'in mimarlık ve tasarımdaki karşılığı "en az malzemeyle en yalın, en ekonomik ve en işlevsel sonuca gitmek" olarak tanımlanabilir.
Sonuç ürün basit görülse de, en azla en çoğu elde etmek en güç işti.De Stijl'den Uluslararası Üslup'a varan yolda Bauhaus ekolünde ortaya çıkan "Az çoktur" anlayışı Minimalizm'in bir başka tanımını yaptı.
Mies van der Rohe dikdörtgen prizmalara indirgediği mimari formu, malzemede çelik ve camla minimalize etmişti.
1929'da Barselona Dünya Fuarı Alman Pavyonu'yla başlayıp anıtsal çelik-cam gökdelenlere uzayan çizgide Rohe, binaların yerel kimliklerini kaldıran, uluslararasılaştıran, hatta işlevsel kurgularını da genelleştiren, "çok amaçlı"laştıran bir tutuma imza atmıştı.
Bu yaklaşım Minimalist Sanat kavramlarıyla bire bir uyuşmaktaydı.





Kazimir Maleviç Siyah Çember 1915




Philip Johnson'ın Connecticut'ta inşa ettiği "Cam Ev"i bu çizginin simgesel yapısıydı.
Minimalist kavramlar mühendislik ölçütleriyle de çakışmaktadır.
Mühendislik tasarımları, özellikle de strüktür tasarımları doğadaki minimalist oluşuınlan örnek alarak gelişmektedir.
Örneğin, sabun köpüğünde en az sayıdaki molekülün oluşturduğu yüzeysel gerilimle ortaya çıkan küresel kabuk formu çağdaş strüktürler için yol gösterici olmuştu.
Buckminster Fuller'in jeodezik kubbesi, Frei Otto'nun asma-germe sistemli çadır örtüleri hep en az malzeme ile en büyük açıklık geçme, en büyük alan kapatma çabalarıydı.
Bu strüktürler de yalnızca kendi işlevlerini, statik konseptlerini dışa vurur, özde minimali maksimize etme ilkesine dayanırlar.
Minimalist düşünce mimarlık ve endüstri tasarımında gereksiz süslemelerden arınmayı sağladı.





Kazimir Maleviç Süprematizm 1916





Modern Mimarlık ve tasarımda ulaşılan bu nokta izlenmesi zor bir kulvar olduğu için sapmalar, yozlaşmalar yaşandı.
Malzeme bağlamında, ahşap gibi plastik, tabii taş gibi betonlar kullanıldı. "Mış gibi" kavramı gerçeklerin yerini aldı.
Mimarlık-tasarım bağlamında Postmodernist, yanılsamacı bir söyleme gelindi.



Tasarlanan yapılar gerçeğinden başka öyküler anlatıyordu. Ayrı zamanların öğeleri derleme senaryolar oluşturdular.
Minimalist düşünce ve estetik kavramlar mimarlık ve endüstri tasarımında işlevle bütünleşerek faydacı bir içerik kazandığından tasarımda vazgeçilmez yerini her zaman koruyacaktır.
Günümüzde Minimalist doğrultuda ürün veren en önemli mimar Tadao Ando'dur. Ando, Mies van der Rohe'nin cam, çelik ve prizmalarla ulaştığı minimalizasyona brüt beton, cam ve ışık-kütle ile ulaşmıştır.
Ando'nun yapıları (Koshino Evi, Osaka,1981; Işık Kilisesi, İbaraki, 1987; Su üstünde Şapel, Tomamu, 1985-86; vb.) rejyonal özellikler gösterir, ancak Japon tasarımı geleneksel olarak hep Minimalizm'e yakın olmuştur.
Geleneksel ev dekorasyonundaki yalınlık ve gerçek değerlerden çıkan güzellik, yetkinlik tüm dünyayı etkilemiştir.
Mimari tasarım tutumunun yanı sıra evlerin duvarlarına resim asmamak, resmi rulolar halinde saklamak, gerektiğinde açıp bakmak ev mekanında mekansal yanılsamaya yer vermemek mantığını da taşımaktaydı.
Japon bayrağının yalın grafiği ulusal tasarım anlayışlarının simgesi gibidir.



Tasarımları, düzenlemeleri kabullenilmiş sempatik öğelerle doldurup gerçeklik dışına çıkıp kolaya kaçmak yerine, özgün, yalın, tutarlı, öz değerlerden çıkarak güzelliklere varmak her zaman geçerli ama zor bir yol olmuştur ve klasikleşen yeni bir tutum olarak her zaman sürecektir.

17 Mayıs 2015 Pazar


LES NABİS 



Maurice Denis 
Homage to Cezanne 1900




1888 sonbaharında, Paris'te, genç bir grup arkadaşıyla sanatta yeni fikirlere ve uygulamalara adanmış bir kardeşlik oluşturmak için bir araya bantlı. Çoğu ünlü Académie Julian de okumuş ve muhafazakâr bir bakış açısı ile bıkmış. Onlardan önce Ön-Rafaelit Kardeşler gibi, onlar bir illusionistic alan üzerine bir portal olarak resim modası geçmiş kavram olarak gördüm ama geçmişin sanatında ilham bulduğumuz reddetti.

Pbr aksine, bu yeni Mesaj İzlenimciler Edouard Vuillard, Pierre Bonnard, Maurice Denis ve Félix Vallotton vardı kime kardeşlik-en önde gelen üyeleri-etmedin kendi adını seçin.
Onların arkadaşı, sembolist şair Henri Cazalis, onlara bunu nasip.
O, İbranice ve Arapça hem de "peygamberler" anlamına gelen "Les Nabis," onları çağırdı.
Belki exoticized "Orient" (ya da Yakın Doğu) bir referans düşünülmüştü; anda sadece akademik oryantalist ressamlar ama mistik eğilimli Sembolistler Hıristiyan olmayan Yakın Doğu ilgilenmişlerdir.
Ya da belki bazı sanatçıların Yahudi, oldu sakal ve tüm bunların misyonu hakkında yoğun ciddi olduğunu basitçe oldu.
Onların işleri, çeşitli ders olsa, sıkıştırılmış veya birden fazla boşluk, yerli ya da günlük konu ve görünür gerçekçilik gizleyen sembolik önemi bir anlamda parlak veya düz renklerin kullanılması paylaştı.






Pierre Bonnard  
Self-Portrait 1889





Her durumda, ismi "Nabis" sıkışmış grup avuç içinde, "bir stüdyo, bir" ergasterium "denir ve üyeleri arasındaki mektuplar", ETPMV et MP "imzalı anlamına gelen Fransızca ifade için ayakta harfleri olması idi Buna göre, onunla gitmek için özel bir dil yarattı .
elinizdeki benim kelime ve benim düşünce (Zouave egzotik üniforma giydi Fransız Kuzey Afrika ordusu birimine atıfta) "le Nabi Zouave" sanatçıların birçoğu birbirini oynak, Çok dilde verdi Nabi isimleri-Vuillard oldu "; Denis "le Nabi der schönen Ikonen" ("Güzel görüntülerin Nabi") idi; ve Bonnard oldu "le Nabi très japonard" (uydurma bir dönem Japon sanatı için onun coşku atıfta), Paul Ranson ise kimin grup ilk tanıştığım evde, "japonard que le Nabi japonard artı le Nabi" idi.
Açıkçası, Onların övülen ciddiyet rağmen, bu sanatçılar eğlenceli bir duygusu vardı.

Nabis adlarında Japonya'ya kinaye onlar 19. yüzyılın ortasından bu yana Avrupa'ya sel olmuştu Japon renkli tahta baskılar (ukiyo-e) ilham aldı gerçeğine atıfta bulunmuştur.
Asya sanatının bu dekoratif formu, cesur, parlak renkler ve büyük ölçüde düz resimsel alan, yaygın etkili oldu; onun meraklıları arasında sırayla Nebilerin üzerinde büyük bir etkisi oldu Toulouse-Lautrec, oldu.
Onun gibi, Nabis ince ve dekoratif sanat arasındaki ayrımı reddetti ve çoğu tiyatro afişleri, kitap tasarımları ve illüstrasyonlar, duvar resimleri ve sahne setleri yarattı.
avant-garde tiyatro Vuillard ve Bonnard özellikle ilginçti; 1896 yılında onlar yüzünden müstehcen ve çatışmacı doğaya yakın bir isyan dönüşmesi Alfred Jarry en absürd oyun Ubu Roi-Bir performans başbakanı için set tasarımı, adam Nabi Paul Serusier ve Toulouse-Lautrec kendisi ile birlikte birlikte çalıştı aktörlerin hatları-değil set tasarımları.





Pierre Bonnard 
Les Parisiennes 1983




Birkaç Fransız Bir Post-Empresyonizm ile ilişkili sanat gruplarının Ecole de Paris Paris tarafından öğretildiği gibi -, Les Nabis akademik sanat sınırları karşı ayaklandı Ecole des Beaux Arts - tasavvuf ve sembolizm müzikleri ve resim evrensel bir biçimi aradı o renk ve doğrusal bozulma duygusal kullanımına özel dikkat, bir resmin dekoratif sunumu daha önem. Kesinlikle Paul Gauguin çalışmalarından etkilenerek, grup için önemli bir katkı olduğunu kanıtladı Post-Empresyonist resim ve de siecle dekoratif sanat yüzgeç.

isim Nabis 'peygamberlere' için İbranice türetilmiştir ve grup peygamberlerinin olarak resim canlandırmak amaçlayan yol karşılaştırıldığında şair Henri Cazalis tarafından icat edildi modern sanat , eski peygamberlerin İsrail'i gençleşmek olduğunu nasıl.)


En önemli post-empresyonist ressam Nabis grubuna ait dahil Paul Serusier grubunun arkasındaki itici güç - - Maurice Denis (1870-1943) - grup önde gelen teorisyeni - (1864-1927) Pierre Bonnard (1867-1947), Paul Ranson (1862-1909), Ker-Xavier Roussel (1867-1944), Henri Ibels (1867-1936) ve Edouard Vuillard ilerici özel sanat okulunda eğitimi almıştı hepsi (1868-1940), Academie Julian .
Bu orijinal üyeler, daha sonra Macar ressam Jozsef Rippl-Ronai (1861-1927) tarafından katıldı, Fransız sanatçılar Aristide Maillol (1861-1944) ve Georges Lacombe (1868-1916), Hollandalı ressam Jan Verkade (1868-1946) ve İsviçreli sanatçı Felix Valloton (1865-1925).

Yüzeysel Hoşluklar karşı kısmen tepki gösteren İzlenimcilik ve esinlenen estetik ve Synthetism ve Cloisonnism Paul Gauguin (1848-1903) tarafından desteklenen, Nabis 'estetik felsefe arasındaki sınırları kaldırmak oldu dekoratif sanat da sanat enjekte ederken ve şövale boyama edebi ya da başka anlatı anlam.
Ve sanat Gerçekçilik dekoratif lehine kenara konuldu sembolizm .
Sadece yağlı boya ile değil içerik, grup dışarı dallı vitray sanatı , fanlar, goblen , mobilya, mozaik sanatı , taşbaskı baskılar, afiş sanatı , kuklalar, kitap illüstrasyon ve tiyatro set tasarımları.





Pierre Bonnard 
The Dinning Room In The Country 1913



Fransa’da ortaya çıkan post empresyonist ve illüstratörler grubu tarafından ortaya çıkmıştır
Bugünkü grafik sanat üzerinde çok kuvvetli etkileri olmuştur
Art nouveau ile parallellik taşıyan bir biçimi vardır ve sembolizmi çıkış noktası olarak alırlar
Paul Sérusier  tarafindan kurulmustur
Edouard Vuillard, Félix Vallotton ve Pierre Bonnard grubun diger bir kac üyesidir.
Nabi İbranice’de peygamber,elçi (prophet) demektir

16 Mayıs 2015 Cumartesi


DER BLAUE REİTER 



Franz Marc 
The Tower Of Blaue Horses 1913





Aralık 1911'de Münih'te Wassily Kan-dinsky ve Franz Marc öncülüğünde kurulan ve soyut sanatın gelişmesinde büyük rol oynayan sanatçılar grubu.
Belirli bir sanat programı olmayan ve bir akım ya da okul niteliği taşımayan Der Blaue Reiter 1911-14 arasında birçok sanatçının yapıtlarını topluca sergiledikleri esnek bir örgüt niteliğin*deydi.
Adını Kandinsky'nin bir yapıtından almıştı.
Aynı adla yayımlanan yıllıkta Kandinsky ve Marc'ın estetik konusunda yazdıkları denemelere yer verilmişti.
Der Blue Reiter sanatçıları, Die Brücke grubu gibi dışavurumculuğu benimsemekle birlikte, bu eğilimi lirik soyutlama doğrultusunda kul*landılar, ayrıca yapıtlarında onlar kadar or*tak bir üslupsal anlatım geliştirmediler.
Gizemli duygulara biçim verme kaygısıyla sanatlarına yoğun bir tinsel içerik yüklemeyi amaçladılar.
Birçoğu Jugendstil'den, kübizm ve gelecekçilik ile naif sanattan etkilendiler.




Wassily Kandinsky 
Der Blaue Reiter 1903




Der Blaue Reiter'in Münih'te Moderne 'deki ilk sergisinde (Aralık 1911-Şubat 1912) Henri Rousseau, David ve Vladimir Burlyuk, Albert Bloch, August Macke, Marc ve Kandinsky'nin yapıtları sergilendi.
Rus ressam Alexey von Jawlensky, resmen üye olmamakla birlikte, grubun amaçlarını benimsemişti.


İsviçreli ressam Paul Klee de 1912'de Münih'te düzenlenen grafik-resim sergisine katıldıktan sonra grubun üyesi oldu. Bu sergide yapıtları sergilenen öbür sanatçılar arasında André Derain, Jean Arp, Georges Braque, Maurice de Vlaminck, Mikhail Larionov, Natalya Gonçarova ve Pablo Picasso da vardı.

Der Blaue Reiter'in son sergisi Mart 1912'de Berlin'de ünlü Sturm galerisinde  düzenlendi. Ardından sanatçılar 1913'te toplu olarak Birinci Alman Güz Salonu'nda yer aldılar.
Bu dönemde Alman asıllı Amerikalı ressam Lyonel Feininger de grupla yakın ilişki kurdu.
I. Dünya Savaşı'mn çıkmasıyla Der Blaue Reiter dağıldı.

Savaştan sonra 1924'te Feininger, Kandinsky, Klee ve Jawlensky, Der Blaue Reiter'in ardılı olan Die Blaue Vier (Mavi Dörtlü) adlı grubu kurdular.
Feininger, Kandinsky ve Klee o dönemde Weimar'daki Bauhaus'da öğretim üyesiydiler.
Grup üyeleri biçim ve üsluba ilişkin benzerliklerinden çok, ortak sergi açma düşüncesinden yola çıkarak birleştiler ve bu düşüncelerini 1925-34 arasında gerçekleştirdiler



SECTİON D'OR


MARCEL DUCHAMP 
NUDE DESCENDİNG A STAİRCASE 1912




Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir.
Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur.
Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir.
Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde)
1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.





ALBERT GLEİZES 
LACHASSE 1911




1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı.
Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar.
1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son Verdi.
Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir.
Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur.
Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.



SYNCHRONİSM-SENKRONİZM







Senkronizm Amerikalı sanatçılar Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından 1912 yılında kurulan bir sanat hareketidir.
Müzik için kıyaslamıştı renk teorisine dayanan soyut "synchromies", Amerikan sanatında ilk soyut resimler arasında yer aldı.
Synchromism uluslararası dikkatleri alan ilk Amerikan avant-garde sanat hareketi oldu.


Onlar erken 1910'larda Paris'te öğrenim gören ise Synchromism Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından geliştirilmiştir.
1911'den 1913 yılına kadar, onlar olan renk teorisi MacDonald-Wright ve Russell üzerine etkili saturation.
Ayrıca renk tonu ve yoğunluğu gibi müzik olarak ses niteliklerine renk nitelikleri, bağlı resimleride vardı Kanadalı ressam Percyval-Tudor Hart, altında inceledi yoğun renk vurguladı İzlenimciler, Cézanne ve Matisse.
Russell resim ve müzik arasındaki bağlantının iletmek için ekspres bir girişim, 1912 yılında dönem "synchromism" icat etti.
İlk synchromist resim, Green Russell Synchromy, 1913 yılında Paris Salon des Indépendants de sergilendi.
Aynı yıl, Macdonald-Wright ve Russell tarafından ilk synchromist sergisi Münih'te gösterildi.








Dolounay’ın ışık renkleriyle ilgili orfızm’ine paralel bir resim anlayışı olarak ortaya atılmıştır.
Eugene Chevreupjin ışık teorileri (1839), İzlenimciler ile Yeni-izlenimciler’ce resim sanatının, yenilenmesine etken olmuşlardı. Senkronizm için de ayni tearcihlerden yararlanılmıştır.
Morgen Russel “Renk ayni zamanda biçimdir ve eğer ben soyut bir çalışma yapıyorsam aranan biçime uygun optik bir renk kullanırım”. Aslında Delaunay’ın orfik resimleri ile senkromatik yapıtlar arasındaki ayrılık, çok azdır.
Orfizm’de olduğu gibi senkronizmde de kübist yöntem uygulanmış, ancak doğal biçimlere başvurulmamıştır.






Sergiler Ekim 1913 yılında Paris'te izledi ve New York Mart ayında 1914.Macdonald-Wright, 1914 yılında tekrar Amerika'ya taşındı, ama o ve Russell ayrı soyut synchromies.
Synchromism devam etti ve 1920'lerin içinde etkisini sürdürdü.
Synchromism ile denediği diğer Amerikalı ressam Thomas Hart Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce, ve Albert Henry Krehbiel dır.

15 Mayıs 2015 Cuma


POP ART


ANDY WARHOL MARİLYNLER




20. yüzyılın en sıra dışı sanat hareketi kübizm ve pop art'tı; her ikisi de dönemlerinin kabul gören ve gün geçtikçe rutinleşen sanat akımlarına karşı oluşmuş olan isyanın meyveleriydi. 
Kübizm, ekspresyonistlerin fazla uysal ve teslimiyetçi olduklarını söyleyerek ortaya çıkmış, pop art ise soyut sanatın yapmacıklıktan yıkıldığını iddia ederek patlamıştı, aynen verdiği ses gibi: Pop! 
Bu, bazılarına göre ‘popüler' kelimesinin özeti iken, bazıları için patlayan bir şampanyanın çıkardığı sesi ifade ediyordu.
Çok da yanlış bir tanımlama değil aslına bakarsanız, ama o dönemde çıkardığı gürültüyü göz önüne aldığınızda şampanya bile hafif kalır.




RİCHARD HAMİLTON 
GÜNÜMÜZ EVLERİ...   1956




Pop art'ın hikayesi 1956'da İngiltere'de başlar: 
Dönemin çılgın sanatçılarından Richard Hamilton, bilmecemsi, karmaşık, acayip bir kolaj yapar ve adını da “Just what is that makes today's homes so different, so appealing?” koyar.
Tablodaki her şey son derece alaycı ve ironiktir; modern dünyayı simgeleyen garip eşyalarla dolu bir salonun ortasında kas manyağı olmuş bir adam durmaktadır, elinde muhtemelen halter niyetine taşıdığı dev bir topitop vardır, kanepede ise kafasına abajur geçirmiş çıplak bir arka sayfa güzeli sakin sakin hayallere dalmıştır. 
O dönem için son derece aykırı bir çalışmadır bu; pek çok insan nefesini tutar ve merakla neler olacağını beklemeye başlar. 
Beklenen patlama 60'larda Amerika'dan gelir.
O günlerde pek popüler olan sadelik kumkuması minimalizm, böyle renkli ve canlı bir akımın karşısında fazla bir şey yapamaz tabii ki, kaderine küsüp kenara çekilir. 
Pop art'ın tartışmasız lideri Andy Warhol ve Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi diğer pop art duayenleri, akademik sanatın gelenekleriyle hemen hemen tüm bağları koparırlar ve soyuta da sırtlarını dönerek halka gerçeği olduğu gibi sunarlar. 
New York dev bir atölyeden farksızdır artık, şehirle birlikte ona bağlı tüm değerler de sanatın içindedir.
Araba ilahlaşmış, cinsellik alenileşmiş, konserveler, pizzalar, patlamış mısırlar ikonlaşmış, sinema ise düşler ve yıldızlar üretmeye yarayan mükemmel bir makine olmuştur. 





ROY LİCHTENTEİN 
SAÇ BANTLI KIZ 1965




Çizgi roman başta olmak üzere, medya ve sinema pop artçılar için önemli bir esin kaynağı haline gelmiştir. 
Kendini kabul ettiren şey sıradan bir sanat akımı değil, tam anlamıyla bir ‘hayat tarzı'dır. 
Pop art'ın kült ismi Andy Warhol ise New York'ta kurduğu ve “Factory” adını verdiği atölyesinde sade yaratıcılığın sınırlarını aşıp türlü yeniliklere imza atar. 
Parlak renklerle adeta badana yapılmış Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri büyük sansasyon yaratır, Lou Reed'in adıyla anılan rock grubu Velvet Underground'un ilk albümlerinin kapaklarını tasarlar, Coca Cola şişelerini, Campbell's çorbalarının ve Heinz ketçaplarının kutularını boyar.
“Tüketim toplumu” olarak bilinen kavram, Warhol için tükenmek bilmeyen bir esin kaynağıdır, bu oburluğu küçümsemek komik olur, zira bütün bu ‘sanat eserleri' daha sonra koleksiyonlarda, galerilerde ve hatta müzelerde baş tacı edilir. 
Çizgi roman karelerinin duvarlarımıza kazandırılması ise Roy Lichtenstein sayesinde olur.
Aslında Lichtenstein bir çizgi roman çizeri değildi, yaptığı şey geniş açı klişeler çizmekti: 
Aşk acısıyla ağlayan kadınlar, bir tartışmanın ortasındaki çiftler, alevler içindeki uçaklardan atlayan pilotlar...





PETER BLAKE 
TRACEY İLE SATRANÇ OYUNU 2005






Bu klişeleri, ses efektleriyle ve konuşma balonlarıyla da süsleyerek öncesi ve sonrası olan gerçek çizgi roman kareleri yaratıyordu.
Bütün diğer pop artçılar gibi, kopyanın kopyasının kopyasını yapan Roy Lichtenstein, pop art'ı gayet güzel özetliyor: 
“Şehirde bir ağacın önüne oturamam, çünkü şehirlerde hiç ağaç yok.
Ve bir ağacı düşündüğümde, ağacın medya (filmler, fotoğraflar, reklamlar vs) tarafından yapılan taklididir aslında aklıma gelen.
Ben nesnenin kendisinden çok, taklidini algılarım.” 
Claes Oldenbourg ise tam boyutlarıyla oluşturulan ünlü süper-market-galeri “Store”da, gıda maddelerinin ve tanıdık nesnelerin taklitlerini sunar.
Bu durum sadece resim, sinema ve müzik dünyasını değil, tasarımcıları da büyük ölçüde etkileyecektir. 
Diğer taraftan İngiltere de boş durmaz; 50'li ve 60'lı yılların Londrası, çılgınlar gibi pop art çağını kutlamaktadır, Peter Blake'in Elvis Presley ve Beatles için yaptığı muhteşem albüm kapakları, Brigitte Bardot için hazırladığı illüstrasyonlar tüm dünyayı etkilemiş, pop tutkusunu zirveye çıkarmıştır.



13 Mayıs 2015 Çarşamba





DADA-DADAİSM


HANNAH HÖCH  CUT WİTH THE
BEER-BELLY CULTURAL EPOTCH IN GERMANY 1919




"Aynanın altındaki çeşme bir şişeye açılmaktadır.
Aynaya baktığınızda ise kendinizi görürsünüz, akan siz misiniz zaman mı, çünkü sizde değişmektesiniz her saniye her zaman.
" İşte böyle yaşayan bir eseri üretebilecek akım Dadaizm.


Dada, 1916'da Zürih'de doğmuş olan bir sanat akımıdır.
I. Dünya Savaşı'nın katliamlarına ve budalalığına duyulan nefretten doğan bu hareket, şok etkisi yaratan taktiklerle ve alay ederek, teknolojik ilerlemeye körü körüne bağlanmanın yüzeyselliğini, Avrupa toplumunun yozlaşmasını, savaş, toplum, gelenek, din ve sanat gibi tüm yerleşik değerleri protesto etmekteydi.
Dada hareketi yaratıcı sanatı canlandırma amacıyla yeni deneysel ifade formları bulmak için çaba göstermiştir.
Savaşın bitmesinden sonra 1918'de Dada hareketi Almanya'ya sıçradı ve burada aşırı sağın yükselen militer ve milliyetçi politikalarına bir çeşit karşı duruş halini aldı.
Dada hareketinin bir diğer önemli özelliği, sürrealizmin önünü açması ve hatta temellerini atmasıdır.
Dada hareketinin içinde yer alan pek çok sanatçı daha sonraları sürrealist hareket içinde etkili olmuştur.




COVER OF
ANNA BLUME DİCHTUNGEN 1919



’İnsanın anlamsızlık (Unsinn) üzerine kurduğu mantıksal zincir yerine, mantıksal bağı bulunmayan anlamdışılık (Ohne-Sinn) konmalıdır.
’ Dada, sanata karşı doğanın yanındadır. Dada'ya göre doğada anlam yoktu, öyleyse sanatta da anlam olmamalıydı.
Ancak Dadaistler her ne kadar sanata karşı olduklarını, geleneği reddettiklerini ve sadece yozlaşmış bir toplumla alay edip aşağıladıklarını ifade etmiş olsalar da ortaya koydukları çalışmalarla, fütürizmin görsel alfabesini zenginleştirmişlerdir.
Kural ve dogmalardan kurtulmak sanatçıyı kendi gerçeğine daha çok yaklaştırmıştır.
Şans eseri olarak bilinçsizce yapılanın etkinliği anlaşılınca, Dadaistler kendiliğinden (spontane) olanı planlı davranışlarla birleştirmenin yollarını aramışlar; bu sentez sayesinde tipografi geleneksel kısıtlamalardan kurtulmuştur.
Dada aynı zamanda, harf biçimlerini Kübizm kavramına uyan fonetik semboller olarak değil, görsel biçimler olarak kullanmıştır.


Dada hareketine ilişkin en önemli tartışmalardan biri Dada'nın gerçekten de sanat karşıtı (anti-art) olup olmadığıdır.
Bu tartışmanın sebebi, Dadaist sanatçıların genel olarak Sanat konusunda fazlasıyla eleştirel olmalarıdır.
‘Yüksek ve güzel’ olduğu düşünülen Sanat'ı üreten ve ona tapan toplumla, I. Dünya Savaşı'na sebep olan toplum ne de olsa aynı toplumdur.
1916'da sanat aşığı olmak, Dadaistler için, katışıksız ikiyüzlülük demekti.
Dadaistlere göre “Sanat” dolaylı yoldan da olsa suçluydu.


Raoul Haussman Mechanischer kopf 1920


Daha da kötüsü, eğer Alman erkekleri, Fransızları ve Rusları süngüleriyle şişlemeye, sırt çantalarında Goethe'nin kitabıyla gidiyorlarsa, bunu, Sanat insanlığı aptal yerine koyduğu, insanların dünyayı olduğundan daha güzel bir yer olarak görmelerine sebep olduğu için yapıyorlardı.
İşte, Dadaistleri en çok kızdıran ve radikal ifade yollarına iten de buydu.
Dada, yerleşik sosyal estetiğe acımasızca bu yüzden saldırmıştır.
Güzelliğin, simetrinin ve anlamın bozguna uğratılması ve geleneksel malzemelerin reddedilmesi Dada'nın başlıca özellikleriydi. Bütün bunlar Dada için, insanlığı toplu cinayete sürükleme kapasitesi olan bir sosyal ritmin bozulmasıydı .

Dada'nın hemen hemen her şeyi inkar etmesi, yeni ve güçlü iletişim yöntemleri yaratmış; bunlar şiirde yeni biçimlerin kullanılması, görsel iletişimde ise kolaj ve fotomontaj gibi teknikler olmuştur.
Bu tekniklerde, resimli dergilerden, eski mektuplardan, basın ilanı ve etiketlerden kesilen fotoğraflar yeni bir düzenlemeyle yapıştırılmış ve birbiriyle ilgisi olmayan bu resim ve işaret parçalarından, yeni anlamlar yaratan bağlantıların kurulduğu, genellikle kışkırtıcı nitelikte düzenlemeler oluşturulmuştur.


Raoul Haussman ABCD 
a photomontage from 1923-1924

Gelenekleşmiş sanat yasalarından ve pozitivist önermelerden bağımsız olarak, mantık dışı ve saçma olanı öne çıkaran, natüralist ve  gerçekçi sanat kuramlarının öz, biçim ve dil anlayışlarını hiçe sayan ‘Dada’ akımı, bu yönleriyle bir yandan fütürizm akımı ile yakınlık gösterirken, öte yandan ‘Gerçeküstücülük’ e zemin hazırlamış oluyordu.
Sürrealizmin ortaya çıkması için sosyal bir background koşulu yoktur.
Oysa dadaizm, sosyal koşullar olmadan varolamaz.
Sürrealizm, sanatın her dalına (müzik ve az da olsa mimari dışında) yayılmıştır.
Oysa dadaizm, sadece ‘topluma’ yayılmıştır. Çünkü bazen de eylem şeklindedir.
Sergiden sonra, sergilenmiş bütün eserlerin topluca imha edilmesi gibi.
Amaç; mantıksal düzene alternatif yaratmak ve mantık dışı bir düzen oluşturmak yoluyla yeni bir gerçekliğe ulaşmak.

Dadaizm öldü, yaşasın dadaizm!

11 Mayıs 2015 Pazartesi


                                                             

SEMBOLİZM-SYMBOLİSM


John William Waterhouse CECİLİA 1895




Sembolizm ya da simgecilik, en genel anlamıyla farklı anlamlara gelen ya da farklı öğeleri simgeleyen çeşitli sembollerin kullanımıdır.
Sembolizme sanatta, özellikle resim, müzik ve edebiyat alanlarında rastlanır.


Sanattaki sembolizm 19. yüzyılda beliren, realizmi reddeden bir akımdır.
Sembolizm akımlarına roman ve şiir alanlarında da rastlanır.
Sanattaki sembolizm 1870 yılına doğru Fransa ve Belçika’da natüralizme ve parnasse akımına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Akım daha sonra özellikle Valéry Brioussov vasıtasıyla Rusya’ya da sıçramıştır.
Sembolizm genellikle Servet-i Fünun döneminde görülür. Ayrıca Ahmet Haşim bu akımın en büyük temsilcilerindendir.





Michael Nestrov THE VİSİON OF
THE YOUTH BARTHOLOMEW 18889-1990




Sembolizm, Sanat eserinin değerini, gerçeğin olduğu gibi aktarılmasında değil, duygu ve düşüncelerin, işaret ve biçimlerin uygunluk içinde düzenlenişinde gören, ayrıca kelimelerin müzik ve sembol değerine dayanılarak en anlatılmaz duygu inceliklerinin bile sezdirilebileceğini savunan edebiyat ve sanat akımı, simgecilik.

19.yüzyılın ikinci yarısında parnasizme tepki olarak ortaya çıkmış bir akımdır.
Parnasyenler insan duygularına, izlenimlere önem vermiyorlardı Onlar için önemli olan gerçekti, düşüncelerdi.
Sembolistler bu anlayışa karşı çıkmış, duygusallığa, insanın iç dünyasına yönelmişlerdir.
Onlara göre somut varlıklar, dış dünya ile insanın duyuları arasında köprü kurmaya yarayan birer simgedir.
Çünkü dış gerçek ancak insanın algılayış biçimiyle var olur. Yani insan onu nasıl algılıyorsa öyle değerlendirilir.
Sembolistler, semboller aracılığıyla dış çevrenin insan üzerindeki etkilerini ve izlenimlerini anlatmışlardır.






    Hugo Simberg YARALI MELEK  1903


Şiiri sessiz bir şarkı olarak tanımlamışlar ve müziği şiirin amacı durumuna getirmişlerdir.
Onlara göre şiir düşüncelere değil duygulara seslenmelidir; çünkü şiir bir şey anlatmak için yazılmaz.

Şiirde anlam kapalı olmalıdır ve herkes kendince yorum getirebilmelidir.
Sözcüğün anlam değerinden çok müzikal değeri önemlidir.
Anlam kapanıklığı ve farklı çağrışımlar yaratabilme amacı, bol bol mecaz ve istiarelerin kullanılmasına yol açmış, dolayısıyla dil de ağırlaşmıştır.








Gerçeklerden kaçma, hayale sığınma, çirkinlikleri hayal yardımıyla güzelleştirme, bunlara bağlı olarak ortaya çıkan karamsarlık, sembolizmin en belirgin özelliklerindendir.

Durgun sular, ay ışığı, alacakaranlık, tan ağartısı, perdede gezinen gölgeler ve ölüm başlıca temalarıdır. Lirizm, bu anlayışın en önemli ögesi durumundadır.

Parnasyenlerin genellikle “sone” nazım biçimini kullanmalarına karşın, sembolistler daha çok serbest nazım biçimlerine yönelmişlerdir.






10 Mayıs 2015 Pazar

FÜTÜRİZM


Umberto Boccioni  STATES OF MİND 2:
THOSE WHO GO





Fütürizm, İtalya’da başlayan bir resim, heykel ve edebiyat akımıdır.
20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bu akım geçmişe, şimdiki zamana, geleceğe ait duyumları aynı anda anlatmaya çalışır.
İtalyan şair ve tiyatro yazarı Filippo Tommaso Marinetti 1909’da ‘Le Figaro’ gazetesinde fütürizmin esaslarını belirten bir yazı yayınladı. Böylece fütürizm akımı başlamış oldu.
Marinetti ve arkadaşları, devrin gereklerine uyarak tehlikeyi, canlılığı seven, makine devrinin mucizelerine ayak uydurabilen sanatçıların bu esaslara göre eserler vermelerini istiyorlardı.





Giacomo Balla DYNAMİSM OF A DOG
ON A LEASH 1912


Fütürizm, savaşı, tehlikeyi, makine çağını, faşizm teorisini benimseyen bir sanat okulu olarak İtalya’da gelişti.
Radikal bir dönüşümü ifade eden akım, geçmişin köhneleşmiş birikimine karşı yeni bir toplumsal dinamizmin heyecanını üstleniyordu.
Evrenin dinamizmine işaret eden ve kendi içinde anarşist ögeler de barındıran akım, gücü yüceltmesi nedeniyle bir anlamda otorite ve egemenlik ideolojilerinin yandaşı olarak algılanmasına neden oldu.
Akım daha sonra Rusya’da Velemir Hlebniikov ve Mayakovski sayesinde etki alanını genişletmiştir.

Zamanla radikal bir karşı çıkıştan ‘geleceğin tasarlanması’ çabasına dönüşen akım, bilim ve sanat dünyasında etkisini sürdürmektedir.

Fütürist resim, empresyonizmin pointilist eğilimleri ile Çözümleyici (analitik) Kübizme dayanır.
Giacomo Balla‘nın ‘Tasmalı Köpeğin Dinamizmi’resmi Fütürizmin bu hareket anlayışını iyi belirler.


Giacomo Balla SPEED OF A 
MOTORCYCLE 1913


Akımın en ünlü ustaları Luigi Russolo, Umberto Boccioni vb. dir. Gino Severini, Marcel Duchamp, Francis Picabia, Ferdinand Leger gibi sanatçılar kübist ve fütürist akımı birleştirmişlerdir.
Fütüristler, kübistlerin araştırmalarından faydalanmakla birlikte, resim alanında yeni buluşlara gitmişlerdir.
Boccioni’nin “Elastiklik”, Severini’nin “Uzayda Küre Şeklinde Genişleme” tabloları bunlar arasındadır.
Dünden esaslı surette ayrılmış, bugünü geçerek geleceği, onun dinamik varlığına ulaşmayı amaç edinmiş olan Fütürizm, plastik durgunluktan (statik teknik) bir başka duruma geçişi (dinamik teknik) sembolleştirmiştir.
Çoğunlukla hareketli konular seçilmiş, dansözler, karnaval sahneleri, fabrika, motor, son hızla giden otomobil, uçak, mekanik araçlar gibi boşluk içinde yer değiştiren, değişen temalar üstün tutulmuştur.


Giacomo Balla GİRL RUNNİNG ON A BALCONY 


Fütürist sanatçılar, gelecekte, fotoğraf kamerasının kaydedebileceği enstanteneyi hareket halindeki nesne ve figürlerde hareketin yinelenmesiyle ya da güç çizgileriyle çözümlemeye çalışmışlardır.
Boccioni bildirisinde; “Biz hayata yeniden karışmak istiyoruz.
Günümüzün bilimi zamanımızın materyalleriyle ilişki kurmak için geçmişi yadsıyacaktır.
Sanat da kendi geçmişini yalanlayacak ve zamanımızın entelektüel gereksinimleriyle ilişki kurmak zorunda kalacaktır…”.
Fütürist yapıtlar içinde Boccioni’nin bildirisinde önerdiği yeni malzemeler arasında kolaj tekniği öncelikle farkına varabildikleri bir olanak olamamıştı.
Fotoğrafçı Muybridge’in denemelerinden yararlanmaya başlayan Fütüristler söylemlerine uygun resimlerinde hareket halindeki figür ve nesnelerin ritmik tekrarlarıyla ilgili yapıtlar ortaya koydular, örneğin Giacomo Balla‘nın “Tasmalı Köpeğin Dinamizmi” “Keman Yayının ritimleri” ve “Balkonda oynayan kız” gibi resimleri bu anlayışın en çarpıcı işleridir.



Umberto Baccioni THE LAUGH 1911


Severini, Carra, Sofficî, Balla, Boccioni, Russolo gibi önemli ressam ve heykeltıraşlar yanında, mimar Santelia ütopik mimari projeleriyle uçan binalar tasarladı, müzisyen Balilla Pratella ve Luigi Russolo “Gürültüler Sanatı” adını verdiği ve kendi yaptığı bazı aletlerle çalınan parçalar oluşturdu, sokağın seslerini katmak için gündelik sesleri kullandı.
Bütün bu düşünceler Marinetti’nin şiirde önerdiği edebi ve yazım kurallarından sıyrılmış ve mantıklı tümceler yerine “özgür sözcükler” kullanarak gerçekleşmesini istediği bir sanat kuramının yansımalarıydı.